Melekler & Şeytanlar
İstanbul sıcak ve neminin bunaltıcı etkisinden kaçmaya çalışırken yolun sonunu İstinyePark'ta bulduğum sinema günlüğümün ikinci filmi Tom Hanks'in başrolünde olduğu Melekler ve Şeytanlar (Angels & Demons) oldu. Müzede Bir Gece 2'den daha çok izlemeyi istediğim bir film olarak bende yer edinmiş ve üstüne kaçırmış olmaktan dolaylı da nedense üzüntü duymuyordum.
Heleki filmin perdeye yansıdığı salon küçük ve sürekli kapısı açılan bir salon olursa iki gramlık keyfinizi de kaybediyorsunuz.
Filmin kendisine gelmeden önce hatırlatmadan edemeyeceğim bir diğer hususta yağmurdan kaçarken doluya tutulmakla ilgili; her ne kadar sıcak ve nemden rahatsız olduğum bir cumartesiye başlamış olmanın ardını sinema salonlarında donarak günü geçirmek benim için traji-komik bir olay olsa da keşke üstüme birşey alsa mıydım yoksa klimanın ayarını fazlamı kaçırmışlardı onu bile düşünemedim. Üşüyerek izledim filmleri.
Bu filmle birlikte aklıma takılan bir hususta kitaptan beyaz perdeye uyarlamalar sırasında farklılıklar olsun olmasın, ister önce kitabı okumuş olalım ve sonra filmi izleyelim, ister tam tersini yapalım. Ya da bazılarımız kitabı okumadan sadece filmi izleyelim sonra da kitabı okuyanlarımız okumayanlarımız için "okumadan da birşey anlaşılmaz ki bir sürü yer eksik, farklı..." v.s. desin gibi tartışmaların bir sona ulaşmayacağı bu paragrafında bir sonucu olmayacağı kadar gerçek.
Kendi adıma konuşmak gerekirse hayatımda bir kere, Jean-Christophe Grangé'ın Taş Meclisi isimli kitabını okuduktan 5 yıl sonra beyaz perde uyarlamasına da heyecanla gitmiştim. Aradan 5 yıl geçmesine rağmen okuduğum ile izlediğim arasındaki tezatlıkları geçip tüm hayal dünyamın yıkılmasına şahit olmuştum. Sonraları Grangé'ın kitaplarının tümünü okuduğumdan birde Kızıl Nehirleri okurken sürekli kafamda anlamlandıramadığım görüntülerin canlanmasına şahit oluyordum; ne yazık ki kitabın son çeyreklerinde hatırladım çok daha önceleri filmini izlediğimi; ne acı. İlk ve son oldu. Ne bir daha okuduğumun filmine gittim nede izlediğimin kitabını okudum. Kendi adıma da en güzeli bu.
Gelelim Melekler ve Şeytanlara. Her ne kadar Dan Brown'ın Melekler ve Şeytanlar'ı, Da Vinci Şifresi'nden önce yazmasına rağmen beyaz perdeye aktarımında Da Vinci Şifresin'e öncelik tanınmasının net olarak cevabını bulamasamda, ortalıklarda söylentilerin Da Vinci Şifresi'nin daha popüler olmasından yana olduğunu göstermesi aslında Melekler ve Şeytanların beyaz perde uyarlamasının Da Vinci Şifresi'ne nazaran daha ez etki bırakması tüm bu söylentileri doğrular nitelikte.
Cumartesinin azizliği mi? Sıcak mı, nem mi, soğuk mu, telefon mu, salon mu, kapı mı, küçük mü gibi sözcükler kafamda çalkalınırken üzerimde ki etkileri ile filme olan konsantrasyonum pek iyi değildi. Yine de Da Vinci Şifresi'nde de olduğu gibi Tom Hanks'ın performansı Melekler ve Şeytanlar'da da dur durak bilmiyor. Film bilim-din-intikam üçlüsü arasında yuvarlanıp gidiyor. Son çeyreğe girildiği yerlerde ise (aslında bittiğini sandığım) filmin daha da uzaması son çeyreğin girişinde yakaladıkları duygusal yoğunluğu da alt-üst ediyor, kırıp geçiriyor; tamda büyük patlama öncesi pederin vekilinin kahramanlık sahnelerinden sonra zor bela hayatta kalmasına ve arkasından gelişen olayların bir sürpriz gibi karşımıza çıkmasına rağmen biraz can sıkıyor.
Yine de izlemeye değer ama izlenmediğinizde de kaybedeceğiniz bir şeyin olmayacağı bir film.
Paylaş