Sakinlik Noktası
Hatırlamaya çalışıyorum da kaç daveti geri çevirdim, kaçına yanıt bile veremedim. Kaç etkinlik geldi geçti. Kaç toplantıya katılamayacağımı belirttim. Sürekli kulağımda çınlayan arkadaş buluşmalarının çağrıları kulağımda çınlamaktan öteye gidemezken kaç gece uykusuz kaldım. Ne kadar çok film izlemek istedim de sinemaya gidemedim. Ya da buna rağmen kaç film izlemeye fırsat bulabildim.
Dahası kaç gün sevdiğimi de göremedim…
Toplantı, etkinlik, buluşma, davet, parti, konser, ertelenen işler… Liste kabarık. Tüm bunlar dönem-dönem yoğunluk yaşıyor olmamın resmi aslında. Dönem-dönem! Bir açıdan seviniyorum, hayatımın tümü yoğun ve monoton değil en azından. Beni meşgul eden ve meşgul ederken bile keyif almamı sağlayan sevdiğim bir iş yoğunlum var ve ertelemek, iptal etmek, reddetmek, kabul etmemek gibi eylemleri kullanabileceğim bir sosyal yaşam trafiğim. Ne mutlu… Kaldı ki bu sosyal yaşam trafiğinin de yoğun olduğu dönemler var. İş saatlerimin 9-18 dışına taşmadığı, özel hayatımı dilediğim gibi planlayıp yaşadığım…
Ama söz konusu olan her iki yoğunlukta da birkaç satır bir şeyler yazmak istediğimde hep aynı sonuçla karşılaşıyor olmam. İstediğimse bu sonuca rağmen yazabiliyor olmak. Gelgelim bu satırların ilk akla geldiği an işime giderken kullandığım dolmuştu. Kulağımda müzik ile transa geçtiğim anlardı. Sanırım o sırada Tryad’dan Waltz Into the Moonlight parçasını tekrar ve tekrar dinliyordum. Kafamda ise onlarca düşünce uçuşuyordu.
Ne özel hayatımın ne iş hayatımın kafamda olmadığı, neyi düşünmek istersem ona odaklanabildiğim nadir anlardan biriydi. Üstelik onca yoğunluğun tam ortasında böyle bir anı yakalamak en çok istediğim şeydi. Biliyorum ki on dakika sonra dolmuştan indiğimde işe doğru yaya yoluma koyulduğum an aklımı farklı şeyler dolduracaktı.
Yine de ertesi gün ve sonraki gün her seferinde tekrar ve tekrar denedim. Sanırım dolmuştaki o anlarım benim için bir donma noktası, yok yok sakinlik noktasıydı; sanki dolmuşta değilim, etrafımda kimse yok, temiz bir hava soluyorum, oturmuş bir bankta kendimle baş başayım... Tabi ki dolmuşun içinde bir kıyamet kopmuyor, yanınızdaki sizi rahatsız etmiyor, arkanızdaki şoföre uzatmanız için size para vermiyorsa; bunun için bile yerimi özellikle seçiyorum ve her sabah dolmuşta oturarak gitmek için dakikalarca boş dolmuşun gelmesini bekliyorum.
Ve ilk aklıma gelenlerden birisi de bu satırları yazıp yazmamak ile ilgili düşüncelerimdi. Ne dolmuşta yazı yazma imkânım var ne de düşüncelerimi sesli ifade edip kaydetme. Ama yine de sonrasında oturup bilgisayarımın başında o ana gidip o anı yakalamak ve kendimi kaptırıp bu satırları yazmak için hazır olabiliyorum. Zaman-zaman!
Tüm bunların dışında ciddi bir vakit ayırma durumu söz konusu tabi tüm bunları satırlara dökebilmek. Kim bilir belkide dolmuşa bile gerek yok. Aynı sakinlik noktasını evimde de yakalayabilirim ya da yakalayamam ama denemekten vazgeçmeyeceğim… Yazmayı deneyeceğim yine de!
Paylaş